Home arrow House Of Wisdom arrow Kanşaubiy Miziev ile söyleşi
  • Decrease font size
  • Default font size
  • Increase font size
Kanşaubiy Miziev ile söyleşi

K. A. Miziev 17 şubat 1951 tarihinde Kazakistan'ın Türkistan kentinde doğdu. Yüksek öğrenimini Moskova Devlet Üniversitesi'ne bağlı Asya ve Afrika Ülkeleri Enstitüsü'nde (1969-1975) yaptı.
İş hayatına 1968 yılında Tırnıauz Volfram-Molibden Kombinesinin "Molibden" adlı maden ocağında başladı. 1975-1976 Yıllarında Moskova Devlet Üniversitesi Asya ve Afrika Ülkeleri Enstitüsü'nde stajyer olarak çalıştı. Ardından, 1980 yılına değin Moskova'da SSCB Bilimler Akademisi Dilbilim Enstitüsü'nde asistanlık yaptı. 1991-1993 Yıllarında SSCB Goskino nezdindeki "İnternet" adlı film yapım kuruluşunda koordinatör, sinema-konser baş organizatörlüğü ve "Kartal" şirketinde müdür olarak görev yaptı. 1993 yılından 2004 yılına kadar İstanbul'da İdil İnşaat A. Ş.'de çalıştı. 1997 Yılından beri fahri olarak Başkortostan Cumhuriyeti Dış Ekonomik İlişkiler ve Ticaret Bakanlığı'nın Türkiye Temsilciliğini yaptı, 2004'ten beri Başkortostan Cumhuriyeti İstanbul Temsilciliği görevinde bulunmaktadır.
Miziev, Karaçay-Balkar ve Türk dilleri üzerine yaptığı bilimsel araştırmaları ile şiir ve denemelerini Rus dergi ve gazetelerinde yayımladı. Balkar Şiiri Antolojisi'ni (2001) ve Rus Şiirinin Gümüş Çağı (2004, Ahmet Necdet'le) hazırladı. Tek başına ve Türk çevirmenlerle birlikte Yaralı Taş (Kaysın Kuliev, 1997), Şairin Ölümü (Mihail Lermontov, 2000), Kafkaz Şiirleri (Kaysın Kuliev,2001) , Bir Çift Kuğudur Yarin Elleri (Sergey Yesenin,2003), Kalbimdeki Başkortostan' nı (Mustay Karim, 2005) Türkçeye kazandırdı. Ahmet Necdet ile birlikte Puşkin'den dilimize çevirdiği Yevgeniy Onegin adlı şiir-roman, Dünya-KİTAP dergisi tarafından 2003 yılının en iyi çeviri kitabı ödülüne layık görüldü. Halen Rusya Yazarlar Birliği Üyesi ve Uluslararası Türk Akademisi Onursal Üyesidir.

Sayın Miziev, Türkiye'de Rus klasikleri uzun yıllardan beridir çok yoğun bir şekilde okunuyor. Rus klasiklerine olan bu ilgiyi nasıl yorumluyorsunuz?

Yüzde yüz emin olduğum bir düşünceyi sizlerle paylaşabilirim. Türkiye'de, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Rus klasiklerine eğilim Batı kültürünün etkisi altında başlamıştır. Yani önce Batı keşfetmiştir, sonra bu eserler Batı dillerinden Türkçeye çevrilmeye başlanmıştır. Evet, bana bu konuda 1930'lardan itibaren Milli Eğitim Bakanlığı'nın Rusça'dan yapılan birçok eserini gösterebilirsiniz, ama bu olay Rus klasiklerinin Batı'da 19.asırda çevrilip, tanınmaya başlamasından sonra gerçekleşiyor. Ve maalesef, bazı klasik eserler hala Rusçadan çevrilmeden, üvey dillerinin kucağında yaşamaya devam etmektedirler. Hallerinden memnun mudurlar? Hiç sanmıyorum. Ama buna rağmen 'çok yoğun bir şekilde okunmakta'. Çünkü iyi yoğrulmuş bir hamuru kötü bir aşçı bile bozamaz. Bu yüzden, sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada da Rus klasiklerine karşı ilgi hiç azalmadı.

Şurayı biraz açabilir miyiz: Sizce Rus klasikleri bu büyük etki gücünü nerden alıyor? Belki bütün Rus klasiklerinin çok fazla iç dünya ile, insanlığın ruhu ile ilgili olmasını bir gerekçe olarak gösterebilir miyiz?

Bu aslında büyük bir konunun küçük parçasıdır diye düşünüyorum ve bu konunun içinde hem tarih, hem felsefe, hem psikoloji, hem diyalektik konuları yer alabilir. Eğer bu soruya kısaca değinirsek insan topluluklarının gelişme aşamasındaki yükselişlerden ve düşüşlerden söz edebiliriz. Yani 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başları Rus kültürü için bir Rönesans'tır. Dünyaca ünlü şu isimlere bakın: Besteciler: Çaykovskiy, Musorgskiy, Rimskiy-Korsakov, Borodin, Skryabin, Rahmaninov, Alabyev…Ressamlar: Kramskoy, Kiprenskiy, Şagal, Kandinskiy, Repin, Serov…Bale sanatçıları, koreograflar: Petipa, Nijinskiy, Anna Pavlova…Tiyatrocular: Stanislavskiy, Nemiroviç-Dançenko, Meyerhold, Kaçalov…Ve nihayet edebiyatçılar: Altın Çağ ve Gümüş Çağ temsilcileri: Puşkin, Lermontov, Turgenev, Tolstoy, Dostoyevskiy, Gonçarov, Gogol, Ostrovskiy, Gertsen, Çernışevskiy, Dobrolyubov, Bahtin, Berdyayev, Mayakovskiy, Yesenin, Tsvetayeva, Ahmatova, Blok, Bryusov,… (bazıları 'benim sevdiğim şairi niye saymadın' diye gücenebilir, çünkü o kadar isim var ki! Çehov'u unuttum mesela!). Ve aynı zamanda işlenen konularda Rus mistisizmi, 'Büyülü Rus ruhu', 'Rus kadınının iç dünyası' vb. denilen kavramlar da işin içine girdiği zaman Rus klasik edebiyatının niye asırlarca yaşamaya mahkum olduğunu görebilirsiniz.

Sizce önemli bütün Rus klasikleri Türkçe'ye çevrildi mi?

Evet. Hemen hemen bütün klasikler çevrildi Türkçeye. Yakın geçmişe kadar mutlaka çevrilmesi gerektiğini düşündüğüm iki mizah eseri vardı Rusça'da. Bu iki eseri Rusya'da bazıları ezbere bile biliri. Düşünün, 300-400 sayfalık romanları ezbere bilmek için ne denli beğenmek gerekir ve dünya edebiyatında bunun benzeri var mıdır? Bu iki eseri Türkçeye çevirmesi için dostum ve ağabeyim Mehmet Özgül'ü ikna ettim. Bu eserler İlf ve Petrov'un 'Oniki Sandalye' ve 'Altın Dana' romanlarıdır. Evrensel Kültür Yayınlarında çıktı.

Günümüz Rus edebiyatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu andaki Rus edebiyatında, maalesef, kanımca büyük eserler yok. Şu anda Rus edebiyatının düşüşte olduğunu düşünüyorum. Bu arada geçen ay kaybettiğimiz Sovyetler Birliği döneminde ünlenen Başkortostan'lı yazar Mustay Karim'in 'Uzun Süren Çocukluk' romanının Türkçeye kazandırılmasını çok istiyorum. Düzyazı çevirileri yapsaydım, hiç düşünmeden kendim çevirirdim.

Bu bağlamda özellikle klasiklerin çevirileri hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Ben Türk yazarlarının kitaplarını Türkçe okumayı tercih ederim, Rus klasiklerini ise Rusça. Ama sizin sorunuzu da anlıyorum. Açıkça söylersem ben şiir çevirdiğim için Türkçeye çevrilen bazı Rus şiirlerini kıyasladım. Çok anlam kayması ve biçim uyuşmazlığı var bu çevirilerde. Düzyazı eserlerini ise çeviri kalitesi bakımından elimde kalemle hiç okumadım. Ama özellikle ikinci dillerden çevrilen eserlerde ne kadar neşeli cümleye rastlayabileceğimizi, adımın Kanşaubiy olduğu gibi eminim.

Sanırım daha çok ticari amaçlarla özellikle başka dillerden, mesela İngilizce'den de Türkçe'ye çevrildi Rus Klasikleri. Bu tür çevirilere hiç rastladınız mı? İkinci dilden yapılan çevirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

İkinci dilden yapılan çevriler sadece ticari amaçlarla değil, ihtiyaçtan da kaynaklanabilir. Eskiden Sovyetler Birliği ile dünya ülkeleri arasındaki ilişkilerin daha kısıtlı olduğu dönemlerde Rus dilini bilen uzmanlar, çevirmenler daha azdı, daha doğrusu bu uzmanlar 'soğuk savaş' döneminde başka kanallara hizmet ediyorlardı, edebiyat eserlerini çevirmekle meşgul değillerdi. Aynı konu SSCB'de Türk uzmanları için de geçerliydi. Batı dillerini bilenler bir hayli fazla olduğundan onların tekeline kalmıştı bu tür çeviriler. Çevirisini kıyasladığım bir örneği verebilirim. Almancadan Andrey Voznesenskiy'in 'Oza' adındaki uzun şiiri çevrilmişti Türkçeye. Çevirmenler şöyle basit bir cümleyi anlayamamışlar: Ayın on altısında bir parti veriliyor, bunu kızın on altıncı yıldönümü kutlanıyor diye çevirmişler. Şimdi ayıkla pirincin taşını: Bu hatayı Rusçadan, Almancaya çeviren tercüman mı yapmıştı, yoksa yeterli Almancası olmayan Türk çevirmenler mi? Ben ikinci dilden çeviriye kesinlikle karşıyım, hatta bunu suç bile sayabilirim. İkinci dilden çeviri Afrika veya az gelişmiş dillerden olabilir, yoksa 150.000.000 nüfusa sahip olan bir ülkenin yazarları, dünya edebiyatında yerini kanıtlamış olan Rus klasikleri ikinci dilden nasıl çevrilir? Bunu, Türk okurlarına karşı saygısızlık olarak niteliyorum.


Sizin Yevgeniy Onegin çevirinizle birlikte bir tartışma da yaşandı edebiyat çevrelerinde. Biz uzun yıllar "Dostoyevski" demeye alışmıştık. Ama siz hayır doğrusu "Dostoyevskiy"dir dediniz. Bu konudaki düşüncelerinizi tekrar alabilir miyiz?

Bu, yukarıda bahsettiğimiz ikinci dilden çevirinin getirdiği bir kargaşadır. Bakın, Rusçadaki Yevgeniy isminin Türkçede kaç tane karşılığı var: Yevgeni, Yevgeny, Eugene, Yevgeniy. Rus isimlerinin okunduğu gibi yazılması kararı alınmış zamanında Türkiye'de. O zaman Yevgeniy, Dostoyevskiy, Yuriy Gagarin, Çaykovskiy, Gorkiy diye yazılması lazım, çünkü biz öyle duyuyoruz. Örneğin Gorki diye yazarsanız bu isim Rusçada 'dağcıklar' anlamına gelir. Ama büyük yazar Maksim Gorkiy'in takma ismi öyle midir? Hayır, 'gorkiy' yani 'acı' demektir ve Gorkiy bu takma ismini çocukluğunda geçirdiği ağır yaşam koşullarından dolayı seçmişti.

Aslında şunu da belirtmek lazım: Batı'da da Dostoyevsky deniliyor, Gorkiy deniliyor…

Bu konudaki kargaşa tam anlamıyla sürüyor. Şimdi Google'ye girdim. 3160 - Dostoyevskiy, 155000-Dostoyevski, 808000 - Dostoyevsky var.

Özellikle Rusça'dan şiir çevirilerinizle tanınıyorsunuz. Şiir çevirisinde ne tür sıkıntılar yaşıyorsunuz?

Şiirde bana göre orijinal metindeki uyaklığı, hece sayısını vermek önemli. Bunu tutturmak kolay değil. Şiir çevirilerimin çoğunu üstadım büyük şair Ahmet Necdet'le yaptım. Çeviride kayıpları asgariye indirmenin yolu iki kişi tarafından çevrilmesidir diye düşünüyorum. Bunlardan biri orijinal dili uzmanı, diğeri ise çevrilen dilinin hem uzmanı, hem şairi olması durumunda daha kaliteli çeviri çıkar ortaya. Biz böyle çalıştık ve fazla sıkıntı çekmedik. Benim şu andaki sıkıntım yeni göreve başlamamdan dolayı çeviri için hiç vakit bulamamamdan kaynaklanıyor.

Varolan Rusça Türkçe-Türkçe Rusça sözlükleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Şu ana kadar yayınlanmış olan kaynaklar sizce yeterli mi?

Bütün sözlüklerde eksiklikler var, çünkü diller sürekli gelişiyor. Düşünebiliyor musunuz SSCB'de başlatılan 'perestroyka'dan bu yana ne kadar yeni söz, argo kelimeleri girdi Rusçaya? Bunların peşinden koşmak mümkün değil. Zaten perestroyka, glastnost gibi kelimeler ise tüm dünya dillerine bile girdi. Bundan dolayı varolan sözlükler yeterli olmamakla birlikte 'idare eder' kanısındayım. Ama emekliye ayrıldıktan sonra kendi sözlüğümü hazırlayacağımı şimdiden biliyorum.

 
< Prev   Next >
Advertisement