Enis Akýn
Þiirin tanýmlarýndan biri de onun baþka bir dile çevrilemeyen þey olmasýdýr; buna göre çevrilirken neyi kaybediyorsa, þiir odur. Çeviri sorunu çok katmanlý bir sorun: Ýlki metnin düz anlamýný çevireceksiniz (kavramsal içerik, doðruluk ), sonra metnin alt anlamlarýný çevirmeye uðraþacaksýnýz (kelime oyunlarý, mizahi unsurlar), sonu ve en zoru metnin sessel ve görsel koduna sadýk kalmaya çalýþacaksýnýz (ritim, kafiye). Bunu tam olarak baþarmak elbette imkansýz, her þeyden önce sýrf diller birbirinden farklý olduðu için. Tercüme, farklý diller mevcut olduðu için var olan, ama paradoksal bir biçimde, diller farklý olduðu için tam olarak gerçekleþtirilemeyen bir iþ. Bir þey, kendi olmayan bir þeye nasýl çevrilebilir ve kimliðini korur? Biçim çevrilebilir mi, diðer bir deyiþle baþka bir boyuta nakledilebilir ve kendisi olmayý sürdürebilir mi?
Tercüme ideolojisi, bir yanda dilin, öte yanda da düþüncenin olduðunu varsayar. Sanki dil bir üniforma gibi düþünceye giydirilmiþtir. Bu anlamda, tercüme, dilin inkarýdýr. Farklý gramerler farklý gerçeklikler demektir. Örneðin, aðrý ile Ýngilizce pain ve Fransýzca mal kelimeleri birbirine eþit deðil. Ýngilizce’deki information ve knowledge arasýndaki fark bilgi kelimesinde eriyip kaybolur. Kar gibi beyaz’daki beyaz’ý pek çok Afrikalýya anlatamazsýnýz, onlar egret (bir tür deniz kuþu) tüyleri kadar beyaz’ý bilirler, ki onu da biz bilemeyiz. Avustralya kültüründe önemli yere sahip bush (çalýlýk-orman arasý bir iklim örtüsü) kelimesini bir Avrupalý anlayamaz. Keza çilingir sofrasý, lacivert Türkçe konuþmayanlar için bir þey ifade etmez. Büyük bir sözlük, edebi zenginlik göstergesidir. Ama eðer gerçekten her dil baþka bir gerçeklik demekse, ne kadar zengin olursa olsun her dil, gerçeðin sadece bir kýsmýný kuþatýyor demektir. Þiirin çevrilemeden kalan olduðu tanýmýnda doðruluk payý olmakla beraber, katý bir biçimde uygulandýðý takdirde, bizi diðer dillerin gerçeklik kaynaklarýndan mahrum etmeye götürür. Yabancý dillere karþý kendini kapatmak da bir dili, þu an Ýngilizce’nin baþýna geldiði, kendi burnu kalkýklýðý içinde yalnýzlýða mahkum eder. Bir metni çevirmenin zorluðu, önünde sonunda onu anlayarak okumanýn zorluðuna, ve yeni bir dilde, mümkün olduðunca aslýnýn yerine geçecek biçimde ifade etmenin zorluðuna eþittir. Ýçinden çevrilen dili tam olarak anlamak çoðunlukla yeterliyken, içine çevrilen dil için tek baþýna bu yetmez. Tarihinden koparýlmýþ metin, insanýndan koparýlmýþ söz gibi anlamsýzlaþýr, havada asýlý kalýr. Her metin (text) sadece belli bir baðlamda (context) varolabilir. Dolayýsýyla her metnin çevirisi, bir kültür enjeksiyonudur; çevrilen metnin ister istemez taþýdýðý kültürden, yeni bir toplumun tarihine bir gerçeklik naklidir. Ama þiir çevirisi için bunu baþarmak da yeterli deðil. Þiir tercümesine karþý getirilebilecek iddialar, aslýnda, bütün tercümeye karþý getirilebilse de, þiir çevirisinin farký, onun diðer yazým türlerine göre dille daha içli dýþlý olmasý, yoðunluðu ve psikolojik algýlama zorluðudur. Þiir dilin özünden fýþkýrýp sýnýrlarýnda gezindiði için, çeviri sýrasýnda alýnan riskler daha büyük, verilen hasar daha göze görülür. Ýþin püf noktasý þu, çevrilen þiirin karþý dilde de bir þiiri harekete geçirmesi gerekir. Bu hayat verme, baþarýlabilirse, özgün þiir için, ikinci bir yaþam þansý eder. Bu nedenle þiir çevirisi, çevirmenden çok þair nitelikleri gerektiren bir iþtir. Yukarýdaki akýl yürütme çerçevesinde her çeviri kesinlikle bir yorum damgasý taþýmak zorundadýr. Örneðin, Perde adlý þiirde Sylvia Plath’ýn: I’m his mýsrasýyla vurgulamak istediði, kadýnýn erkeðe yönelik duyduðu kuvvetli aidiyet duygusu, þu çeviride kaybolur, ama çeviri doðrudur: Ben onunum Burada en azýndan kavramsal içeriði vermek için, Türkçe’de olmayan üçüncü þahýs zamirinin yerine geçecek bir þey bulma ihtiyacý var. Örneðin, þunlar denenebilir: Ben onun kadýnýyým Bir erkeðinim ben Baþka bir örnek Müracaatçý þiirinin son dizeleri: My boy, it’s your last resort. Will you marry it, marry it, marry it Burada kadýnýn mallýðýný vurgulamak için Sylvia Plath, bu sefer eþyalar için kullanýlan it zamirini kullanýyor. Ayrýca ikinci mýsrada konuþmacýnýn soru mu sorduðu, yoksa emir mi verdiði belli deðil; hem soru, hem emir olduðunu varsaymak zorundayýz. Bütün bunlarýn üstüne bir de ikinci mýsraýn, belirgin bir ritmi var. Doðru bir çevirisi þu: Evlat, bu senin için son kurtuluþ fýrsatý. Evlenir misin, evlenir misin, evlenir misin? Bu çeviri, yukarýdaki sorunlara ilgi göstermediði gibi, þiir olmayý da o kadar hedeflemiyor. Halbuki aþaðýdaki çeviri, bence üç sorunun da üstesinden gelmiþ görünmekte: Evlat, çölden önceki son kasaban bu senin. Evlen bununla, evlen gitsin bununla, evlen gitsin Bu, nesneliði öne çýkarýyor, evlen gitsin deyiþi, hem soru, hem de emir kipini ayný anda verebiliyor ve ritim, yuvarlanan ses tekrarlarýyla, tek düzeliðe düþülmeden elde ediliyor. Son örnek, sonuna kadar kapalý bir dille yazýlmýþ Kuryeler. Bulmacamsý bir þiir, adeta gizlemeye çalýþtýðý bir þey var izlenimi býrakýyor. The word of a snail on the plate of a leaf? It is not mine. Do not accept it. Acedic acid in a sealed tin? Do not accept it. It is not genuine. A ring of gold with the sun in it? Lies. Lies and a grief.
Frost on a leaf, the immaculate. Cauldron, talking and crackling All to itself on top of each Of nine black Alps. A disturbance in mirrors, The sea shattering its grey one —- Love, love my season. Ýlk iki dize, tahmin ediyorum, bir yaprakta yürümüþ olan bir salyangozun býraktýðý yapýþkan sývýyý bir el yazýsýna benzetiyor. Bir mesaj taþýyor yaprak, ama bu Sylvia Plath’a yollanmamýþ, veya belki ona yollanmýþ, ama o okumayý reddediyor. Kötü haber olduðundan korkuyor veya dargýn olduðu birinden gönderildiðini biliyor. Sonraki dizelerde, bu mesajýn kocasýndan gönderildiðini anlýyoruz. Altýn yüzük, insanýn gözlerini kör edecek kadar parlak bir yalandýr, eþiyle arasýnda bir sorun var, büyük olasýlýkla ayrýlar. Kadýn tek baþýna ayakta durmalýdýr, bunun için gerekli gücü var mý? Bilemiyor, umutsuzdur. Ýki çocuðunun aðýr sorumluluðuyla kendini yalnýz ve yorgun hissetmektedir. Þiirin gizlemeye çalýþtýðý þeyi artýk biliyoruz, kocasýyla ayrý yaþamalarýna neden olacak denli önemli bir sorun var. Ama bundan daha çok bahsetmiyor Sylvia Plath, artýk kendisiyle ilgilenmesi gerekmektedir. Þiir sabaha karþý yazýlmýþ. Sonraki bölümde, Sylvia Plath yine bir yapraða bakýyor ve üstünde geceden kalma don tanelerini görüyor. Sabah çayý veya kahvesi için su kaynatan demliðin kaynama ve belki çatlama sesi duyuluyor. Dokuz kara Alp daðý ve deniz duvarlara asýlmýþ resimler veya bir takvimin yapraðý olabilir, en ufak bir ipucu yok. Ve þu iyice kapalý dize: The sea shattering its grey one —-. Burada deniz bir þeylerini sarsýyor, belki duvardaki resimde bir fýrtýna resmedilmiþ. Its grey one: Deniz sahip olduðu bir þeylerin içinden gri olanýný sarsýyor, korkutmak ya da belki uyutmak için sallýyor. Bu sonuncusu belki bize bir yorum imkaný verebilir: Plath, çocuðunu sallamaktadýr. Ve biraz buruk bir biçimde gelen bir sevinç: Bahar gelmektedir, ve bu belki fazla umutlu olmayan Plath’a bir devam gücü verebilir, parlak bahar güneþi yükselmektedir. Adeta bir kendi kendini saðaltma iþlemi olarak ele alýnmasý gereken bir þiir. Ariel gibi bir baþyapýtýn ikinci þiiri olduðunu göz önünde tutarsak, Sylvia Plath için bu þiirin anlattýðý deðil, gizlediði bir olay nedeniyle önemli olduðunu savlayabiliriz. Bütün bu akýl yürütmelerden sonra þiirin bir çevirisi Seçme Þiirler bölümünde önerildiði gibi olabilir.
* * * Benzer sorunlarla boðuþtuðum için Sylvia Plath’ýn BBC için yazdýðý Üç Kadýn isimli radyo oyunu/þiirinin çevrildiðini duyunca hemen bir tane edindim. Öncelikle tasarýmda kaliteli bir yayýn olduðu izlenimi edindim; kitap güzel ciltlenmiþ, farklý bir boyutta basýlmýþ, iç baskýda beyaz kaðýt kullanýlmýþ, vb. Aslýnda Üç Kadýn Sylvia Plath’ýn merkezi önemde bir eseri deðil. Türkçe’ye çevrilen öteki eseri Sýrça Fanus (The Bell Jar) adlý tek romaný da, roman olarak hemen hiç bir aðýrlýðý olmayan, sadece Sylvia Plath’ýn otobiyografisi açýsýndan bir öneme sahip bir roman. Ariel’in kitap bütünlüðü içinde Türkçe’ye aktarýlmasý bu konudaki doðru giriþimlerden. Ted Hughes'un Doðumgünü Mektuplarý da hýzla çevrildi. Bildiðim kadarýyla bu kitaptan önce Ted Hughes’un derli toplu bir çevirisi yokken, Plath üzerine yazdýðý þiirler yayýnlanýr yayýnlanmaz çevrildi. Bunun iþaret ettiði ilk nokta Sylvia Plath’ýn Saray Þairi Ted Hughes’u da aþan popülaritesi. Hughes eþinin deðil kendi þiirleri nedeniyle gündeme gelmeyi hakedecek kadar iyi bir þair oysa ki. Türkiye’de önem kazanan olan baþka bir konu, yapýtýn kendi önemi deðil de çevrilmesinin çevirmen için kolaylýðý. Sonuçta, yýllardan beri okurlar, temel eser olarak sunulan, üçüncü dereceden önemli eserlere maruz kalýyor. Örneðin Nazým Hikmet'in Ýngiltere'de bir kaç bölük pörçük þiir çevirisinin ardýndan önce romaný (Kan Konuþmaz) sonra tiyatrosu (Ývan Ývanoviç Var mýydý Yok muydu?) ile çevrildiðini ve yýllar yýlý bu þekilde tanýtýldýðýný düþünebiliyor musunuz? Sylvia Plath'ýn Sýrça Fanus'unun çevirisi 1987; Sylvia Plath’ý Sylvia Plath yapan þiir kitabýnýn çeviri tarihi 1996. Roman üçüncü baskýda, sanýrým Ariel henüz birincide. * * * Ýþin yayýncýlýk faslýna çok dalmadan, esas konumuz Üç Kadýn’ýn çevirmenlik macerasýna gelelim. Bu kitap benim bildiðim kadarýyla Sylvia Plath’ýn Türkçe’deki ilk bütünlüklü þiir kitabý çevirisi. Gürkal Aylan çevirmiþ, adýný duymadým; anladýðým kadarýyla genel Ýngilizce bilgisi yerli yerinde, ancak asýl sorun Türkçesi. Türkçe’ye þiir çevirebilmek için dille gerekli yatýp kalkmýþlýða sahip olduðu konusunda kuþkular býrakýyor. Ama her yerde deðil, iyi çevrilmiþ bölümler de var, her ikisinden de örnekler üzerinde kýsa kýsa durmak istiyorum. 1 Leaves and petals attend me Yapraklar ve taç yapraklar kolluyor beni (10) Kitaptan ilk gözlemim çevirmenin aceleciliði, genelde bir geçiþte býrakýlmýþ gibi bir izlenim veriyor. Oysa, olana kadar çok katlý geçiþler de yapýlabilirdi. 2 Petal, evet taç yapraðý diye karþýlanabiliyor genellikle, ama hoþ gelmiyor kulaða. Ayrýca attend’in kollamak anlamý, bir sözlükten çýkmaya benziyor, ve burada hiçbir anlam yaratmýyor, eþlik etmek bence daha uygun. Yapraklar ve taçyapraklar yanlýþ deðil, ama yaþamýyor iþte. Önerilerim þunlar: Yapraklar ve çiçekler eþlik ediyor bana veya Aðaç ve çiçek yapraklarý eþlik ediyor bana 3 Baþka bir örnek: I am beautiful as a statistic. Here is my lipstick. Bir istatistik kadar güzelim. Ýþte rujum. (10) Kafiyenin þiirde sadece biçime iliþkin deðil, anlama iliþkin de bir yeri var sanýyorum. Yerinde kullanýlýrsa bir tür kanýt olarak kurulabiliyor, týpký Nazým Hikmet’in genellikle þiir sonlarýnda yaptýðý gibi. Bu etkiyi yaratmak için kuvvetli bir kafiye seçiliyor genellikle. Sylvia Plath’ýn burada yaptýðý da bu. Burada da çeviri hatalý deðil, ancak aslýyla beraber okuyunca çok gerekli bir þeyin eksik olduðunu fark edeceksiniz: Kafiye. Sylvia Plath kadýnýn güzelliðinin kanýtý olarak rujunu sunuyor; bu da doðrudan doðruya güzelliðin sentetik bileþenlerine gönderiyor okuru. Özgün metinde mevcut olan bu iliþki, yani tez (ben güzelim) ile onun kanýtý (ruj) arasýndaki bað çeviride kayýp. Þöyle yapýlabilirdi: Güzelim bir istatistik kadar. Ýþte dudak boyam da burdalar veya Bir istatistik gibi güzelim. Yanýmda dudak boyamla gezerim. 4 Üç Kadýn çevrilirken ritmin verilmesine hemen hiç özenilmemiþ. Örneðin özgün metinde bir kelime, bir iki mýsra boyunca tekrar ediliyor, Türkçe’sinde bunlarýn her biri, baþka sözcükle karþýlanmýþ. Diyelim ki iki satýrda iki kez visitations geçiyor, biri ziyaret, diðeri yoklama olmuþ. Bazen benzeþ kelimelerin topu birden çevrilmiþ, mesela Sylvia Plath fýþkýra fýþkýra diyerek çoðul bir fýþkýrmaya gönderme yapýyor; çeviride ardý arkasý kesilmeden fýþkýran oluyor. Fýþkýrma sesinin tekrarýnýn yarattýðý etki çöpe atýlýyor, þiiri düzleþtiriliyor. 5 The man I work for laughed Onun için çalýþtýðým adam güldü (12) Bu Türkçe yetersizliðinden kaynaklanan bir hata. Onun için çalýþtýðým adam denmez, belki hesabýna çalýþtýðým adam denebilir. 6 The silver track of time empties into the distance The white sky empties of its promise, like a cup. Uzaklara dökülüyor gümüþ izi zamanýn. Verdiði sözü boþaltýyor beyaz gök, bir kaptan boþaltýr gibi. (13) Aslýnda cup, kap deðil, bardak. Ayrýca bardak, ikinci dizede b-k-g seslerinin tekrarýyla elde edilen ritmi daha da kuvvetlendirirdi. Ama böyle de iþ görür. 7 The face in pool was beautiful, but not mine —- It had a consequential look, like everything else Güzeldi havuzdaki yüz, benim yüzüm deðildi ama- Aðýr bir görünüþü vardý, baþka her þey gibi (15) Aðýr bir yüz görünüþü ilginç bir imge, ne ki özgün metinde böyle bir þey yok. Cesur çeviriyi anlarým, ama bu sadece yeni bir þiir yaratabilmek uðruna kullanýlan bir silah olmalý. Yukarýdaki çeviri, özgün metnin tersine bende bir çaðrýþýma yol açmadý. Consequential kelimesi ardýndan gelmeyi, görüp geçirmiþ olmayý vurguluyor. Yüzün geçmiþini taþýdýðýný söylüyor Sylvia Plath. Buna göre þiire yeni hoþ imgeler enjekte etmek yerine, geçmiþ gelmiþ bir yüz görünüþü daha uygun düþerdi. Örneðin: Güzeldi havuzdaki yüz, benim yüzüm deðildi ama —- Bir yerlerden geçmiþ gelmiþ gibiydi, diðer þeyler gibi 8 Every little word hooked to every little word, and act to act. Her küçük sözcük bir baþka küçük sözcüðe kenetlenmiþti, hareket harekete. (16) Çevirmen çevirdiði þeyi, okutmalýdýr, okutmak için de kendisi yüksek sesle okumalýdýr. Üç Kadýn radyo oyunu olarak, okunmak üzere yazýlmýþ, ses bu þiirde çok önemli. Sylvia Plath’ýn þiirinde muazzam bir ses tekrarý, trampetlerin yuvarlanmasý var, çeviride yok. ‘Sözcük’ yerine ‘kelime’ yukarýdaki pasajda çok daha akýcý. Her küçük kelime baþka bir küçük kelimeye kenetlenmiþti, her hareket bir harekete. 9 They are not quiet, Quiet, like the little emptinesses I carry Taþýdýðým küçük boþluklar gibi sessiz, sessiz deðiller. (18) Anlam karmaþasýna meydan veriliyor burada. Sessizler mi, deðiller mi? - Deðiller. Küçük bir yer deðiþtirme bunun önüne geçmeðe yeter, örneðin: Sessiz deðiller, taþýdýðým küçük boþluklar gibi sessiz. 10 I had my chances Bir sürü þansým vardý (19) Bu deyim sýramý savdým anlamýna geliyor, birebir çevrilince anlamsýz olmuþ. Bu çeviri bir editörün ellerinden geçmiþ mi bilmiyorum, ama geçmesi gerekirdi. Sorumluluðun tümünü çevirmene yýkmak doðru deðil, önemli bir kýsmý yayýnevinin payýna düþüyor. 11 Not looking, through the thick dark, for the face of another Baþka bir yüzü aramadýk zifiri karanlýkta (19) Yukarýda þöyle bir durum çiziliyor: Gece öyle karanlýk ki kadýnla erkeðin bakýþlarý birbirine eriþemiyor. Birbirlerine bakmak da istemiyorlar zaten, bunun için karanlýðýn kalýnlýðýndan istifade ediyorlar. Böyle bir karanlýk Türk þiirinde de var: Kurþun sýksan geçmez geceden. Bu sert bir karanlýk; kalýn sýfatý burada geliþigüzel seçilmemiþ. Ama çeviri yine þiiri düzleþtirmiþ. Güzelim kurþun sýksan geçmeyen karanlýk, bildiðimiz zifiri karanlýk olmuþ. Þöyle çevrilebilirdi: Ötekinin yüzünü aramadan, kalýn karanlýkta 12 Ýmgeler mecbur kalýnmadýðý halde sansür ediliyor. Anlamadan (ve anlamsýzca) çevrilen kýsýmlarý dengelemek için, kadrine vakýf olunan dizeler, ortalamada belli bir anlaþýlýrlýk seviyesini yakalayacak biçimde düzyazýlaþtýrýlýyor. Özgün metnin çoðunun anlaþýlamadan kalmasýnýn intikamý alýnýyor adeta. 13 It is these men I mind Bu adamlara takýyorum ben (21) Argo belki bir Charles Bukowski’nin aðzýna yakýþabilir, ama Sylvia Plath gibi bir genç kadýnýn aðzýna adama takmak, böðürmek, keçileri kaçýrmak, sýrýtmak gibi argolarý yapýþtýrmaktan sonuna kadar kaçýnýlmalýydý. Ben okudukça utandým. Oldukça uygunsuz, ucuz pop þarkýsý havasý veriyor þiire. Bu adamlara aldýrýyorum veya Bu erkekleri umursuyorum daha uygun olabilirmiþ. Adama takmak bir düþmanlýk içeriyor, þiirdeki anlam ise olumlu. 14 Let us flatten and launder the grossness from these souls Bu ruhlardan kabalýðý düzleyelim ve yýkayalým (21) Burada Sylvia Plath ruhlardaki çýkýntýlý/kirli iþlenmemiþliði, bir marangoz gibi yontup veya bir ev kadýný gibi yýkayýp atmak gibi bir anlam peþinde. Gross esasen bir iþlenmemiþliði vurguluyor, (brüt maaþ - gross salary), kabalýk kelimenin bir yan anlamý. Atalým bu ruhlardaki hamlýðý, yýkayýp ve yontup. Aðzýna onca kaba kelimeyi yapýþtýrdýktan sonra, çeviri, Sylvia Plath’ý, bir de kabalýktan yakýnan acayip bir duruma sokuyor. 15 I should have murdered ... Öldürmem gerekti ... (26) (yani öldürdüm) diye çevrilmiþ, yanlýþ. Öldürmem gerekirdi ... olmalý (yani öldürmedim). 16 I shall be a heroine of the peripheral Ýkinci dereceden bir kahraman olacaðým. (37) Yine bence uygun olmayan bir yorum. Vahim deðil, ama bu þiiri yazarken yaþadýðý taþranýn aðýr havasýný vermek istiyor Sylvia Plath. Bir þiiri tercüme etmeðe yeltenerek, zaten o þiirin kendi kiþisel sahasý olarak bildirdiði bir alana izinsiz giriyoruz, bari biraz saygý gösterip mümkün olduðu kadar eþyalarý yerli yerinde býrakalým: Taþranýn kadýn kahramaný olacaðým 17 The clock shall not find me wanting, not these stars That rivet in place abyss after abyss. Ne saat eksik bulacak beni, ne de uçurumlar ortasýnda Çakýlý duran o yýldýzlar. (37) Bu gerçekten çok zor ve çok güzel bir parça. Ýstemek fiilinin isim halini eksik diye çevirmek aslýnda özgün olabilecek bir buluþmuþ, ama eksik bir sürü yan anlamlarla beraber geliyor, bunlardan biri de, genellikle cansýz nesneler için kullanýlmasý. Saat kelimesi de hour ve clock kelimelerinin ikisini de karþýlýyor, belki burada sözü edilenin clock olduðunu vurgulamak daha iyi olabilirdi. Hem yýldýzlarla bir analoji de var burada, büyük olasýlýkla bir duvar saatinden söz edildiði sonucuna varabiliriz. Rivet in place grubu çakýlý duran olarak yerine iyi oturmuþ, ancak yýldýzlar, uçurumlarýn ortasýnda deðil, kendi yerinde çakýlý duruyorlar. Abyss’deki boþluk duygusunu da kuvvetlendirirsek, ortaya aþaðýdaki gibi bir çeviri çýkýyor: Ne duvardaki saat bekler bulacak beni, ne de dipsiz, Dipsiz kuyulara raðmen yerinde çakýlý duran þu yýldýzlar. 18 Aþaðýdaki, düþük yapmýþ, hastaneden çýkan bir kadýnýn sesi: I am a wound walking out of hospital. I am a wound that they are letting go. I leave my health behind. I leave someone Who would adhere to me: I undo her fingers like bandages: I go. Hastaneden dýþarý çýkan bir yarayým. Taburcu edilen bir yara. Geride býraktým saðlýðýmý. Bana baðlý kalacak Birini terk ediyorum: Bandajlarý çözer gibi çözüyorum parmaklarýný: Gidiyorum. (47) Son dizede akýþ iyi verilmiþ, kendini zevkle okutuyor. 19 Dawn flowers in the great elm outside the house Evin dýþýndaki büyük karaaðaçta tan çiçekleri (53) Dawn flowers, filizlenmekte olan çiçekleri kastediyor, bunun tan çiçekleri diye çevrilmiþ olmasý traji-komik bir hata, ve çevirinin genel kalitesi üstüne bir fikir veriyor. Baþtaki çekingen aceleyle yapýlmýþ bir çeviri yargým burada pekiþiyor. Çevirmen elbette bilir böyle bir çiçek olmadýðýný, ama þiirin imgeselliðinin arkasýna gizlenip, bazen sözlüðe bile gerek duymadan çeviriyor. Elm için sözlükler karaaðaç dese de (burada sözlüðe bakýldýðý kesin), bu kelime aslýnda çýnar, meþe, ýhlamur gibi bütün kollu budaklý, iri aðaçlar için kullanýlýyor. Aðacýn renginin illa kara olmasý gerekmiyor. Evin önündeki büyük aðaçta filizlenmiþ çiçekler 20 I hear the moo of the cows Öküzlerin böðürmesini duyuyorum (53) Bana bu bir þiir mýsrasý gibi gelmiyor. Ýngilizce’si pek Türkçesi kadar kaba deðil. Ýneklerin mölemesini duyuyorum yeterli, ‘böðürme’ kelimesine gerek yok. 21 I am simple again. I believe in miracles. Yalýným yeniden. Mucizelere inanýyorum. (54) Yukarýda da simple için yalýn nitelemesi gayet iyi oturmuþ. Ancak yukarýdaki dizelerdeki performans sürekli olamýyor ve çeviri yer yer oldukça özensiz bir biçimde düzey yitiriyor. 22 And so we are at home together, after hours Ve saatler sonra evde yine birlikteyiz (60) Vahim bir hata. After hours-before hours, akþam saatleri-gündüz saatleri anlamýnda bir deyim çifti. Aslýnda çevirmene bütün hatanýn faturasýný çýkarmak da yanlýþ, örneðin bu editörün yakalamasý gereken bir hata. Doðrusu: iþte yine evde beraberiz, akþam saatleri olmalýydý. Üç Kadýn Sylvia Plath’ýn diðer þiirleri içinde neredeyse didaktik bir dille kaleme aldýðý oldukça açýk bir þiir. Türkçesi ben bir çeviriyim diye haykýrýyor, yaþamýyorum!. Sonuç olarak, görebildiðim kadarýyla þiir olmaya deðil, genellikle düzyazý olmaya çalýþan, fakat bunu bile baþaramayýp þiiri anlamamýþ olmayý, þiirin imgeselliðinin ardýna gizlemeye çalýþan bir þiir çevirisi. Ece Ayhan’ýn dediði gibi “bir þair çevirseydi daha iyi olurdu”. Doðru çevirinin mümkün olup olmadýðý, elbette baþlý baþýna büyük bir tartýþma konusu. Bir metni doðru çevirmenin olanaklý olduðu düþüncesi, metnin altýnda, metnin iliþkin olduðu bir hakikat olduðu varsayýmýna dayalýdýr. Richard Rorty’ye göre bir metnin altýnda baþka metinlerden baþka bir þey yoktur. Bkz. 209/1995 New Left Review, Sayý 113, Language, Truth and Justice, (Rorty’den alýntýlayan) Norman Geras. Bu paralelde bu yazýda kullanmýþ olduðum doðru çeviri tamlamasýný, uygun yorum yapan çeviri olarak okuyabilirsiniz. Sylvia Plath, Üç Kadýn, Oðlak Yayýnlarý, 1995, Çev. Gürsel Aylan. Alýntýlarýn yanýnda belirtilen sayfa numaralarý bu kitaba aittir.
(Enis Akýn’ýn 2004 yýlýnda Dünya Yayýnlarý arasýnda çýkan “Tanrý'yla Bir Daha Hiç Konuþmayacaðým” adlý kitabýndan alýnmýþtýr) |